Hafta Sonu kaçamakları her insan için hem değişiklik hem de yeni başlayan hafta için enerji depolamak için güzel bir fırsat. Bu hafta sonu biz de doldurduk minik çantalarımızı düştük yollara. İstikamet Büyük ada…
Önce Bakırköy’den Bostancı’ya geçtik deniz otobüsüyle ardından adalar şehir hattını kullanarak Bostancı’dan Büyükada’ya geçtik. Çok zaman kaybı yaşamadan 1.5 saat içinde Büyükada’daydık.
Büyükada’ya en son 2004 yılında 23 Nisan Sabahı gitmiştim, dileklerim için. O zamandan bu zamana çok değişmiş. İskeleyi bitirir bitirmez dondurmacılar,kumpirciler sıra sıra uzanmaya başlıyor; Ortaköy gibi. Ardından bisiklet kiracıları başlıyor. Hemen hemen herkeste birer bisiklet. Faytonlar, insanlar, bisikletliler derken çok geçmeden o kalabalık azalıp yerini ferah ağaçlık orman yoluna bırakıveriyor.
Biraz daha yürüdükten sonra karşınıza tüm görkemiyle Naya Otel çıkıveriyor. Yeşillikler içinde güzel bir konak. İşletmecisi Almanyalı bir beyfendi. Bizi ilk defa görmesine ragmen tüm nezaketiyle “nasılsınız?” diye soruyor. Resepsiyonda Vural Bey var, bize odamızı gösterirken “Evinizdeki gibi olun lütfen rahat davranın” diyor. Odamıza yerleşiyoruz. 8 odalı bir otele rezervasyon için geç kaldığımızdan şansımıza en küçük odası “Air” kalmış. Lavabosu dışarda olan bir oda ama çok sevimli. Banyosu ise çok özenli dekore edilmiş ve çok temiz. Yatağın üzerine cibinlik takılmış. (bayılırım!) Banyosunun anahtarını da bize verip sessizce gidiyor Vural bey.
Hemen bu köşkü gezmeye başlıyorum. Odalar birbirinden güzel. Hepsinin yataklarında cibinlikler var. Üst katta ise müthiş bir deniz manzarası ve şezlonglarıyla güneşlenmenin tadını çıkaracağınız balkonlu odalar yer alıyor. Her odada size karşılayan huzur dolu tütsü kokusu…
Biraz dinlenmeye çekiliyoruz. Bu arada diğer misafirler geliyor. Vural Bey odalarını gösterirken herkese karşı samimi “Evinizdeki gibi lütfen rahat davranın”…
Yaklaşık bir saat sonra gözlerimi açıyorum. İçimde günün geri kalanının tadını çıkarmak için büyük bir heyecan. Hemen üstüme bir ceket alıp dışarı çıkıyorum. Hava sıcak. Bir çift köşede köpekleriyle oturuyor, diğerleri salıncakta sallanıyor. Mutfağına giriyorum. Naya küçük hesaplara girmemiş; gün boyu çay, su, kahve ücretsiz. Nice ultra lüks otellerde suyun satıldığını gören ben şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Bir çay alıp ben de bahçedeki şezlonglardan birine uzanıyorum; elimde kitabım…
5 dakika sonra yanımdaki şezlonga bir kedi çıkyor. Oraya bıraktığım ceketimi koklayıp yavaşça gidiyor. Bahçede kediler köpekler var; ama hepsi çok huzurlu hiç rahatsız olmuyorsunuz. Birkac ay once yeni dogmus 3 kedi otelin bahcesine birakilmis, otelin kedilerinden biri ise annelik ic guduleriyle onlara annelik etmeye baslamis. Sari yavrularla gri anneleri butun gun salincakta sallaniyorlar, uyuyorlar, oynuyorlar.
Gunes yavasca kaybolmaya baslarken adayi kesfe cikiyoruz. Yine yuruyerek sahile kadar iniyoruz. Merkez hala kalabalik. Balikcilar ise musteri kapma telasinda. Bir balikciya gidip mezelerimizi soyluyoruz, sohbete basliyoruz...
Gunes tamamen kayboldugunda kalkiyoruz, birer dondurma alip yurumeye basliyoruz otele dogru. El ayak cekilmis. Sehirde olsam bu kadar issiz sokakta yurumekten korkarim; ama adanin sukuneti bana guven veriyor.
Yururken merkeze yakin birkac otele ugrayip fiyat aliyoruz, bird aha gelirsek nerede kalırız diye alternatiflerimize bakiyoruz. Ne yazik ki otellerin cogu hafta sonu farkli fiyat uyguluyor. Resepsiyondaki bayanlara Naya'da kaldigimizi soyluyoruz. "Eger Naya'da kaliyorsaniz cok tatli insanlar olmalisiniz" diyorlar. Naya’nın yogalı, doğayla iç içe konsepti aslında bunu da beraberinde getiriyor.
Ne yazık ki, fiyat sorduğumuz iki otel de hafta içi farklı hafta sonu farklı fiyat uyguluyor. Nedenini anlayamadığım bu ilginç uygulama karşısında teşekkür edip ayrılıyoruz. Yol boyunca yürümeye devam ediyoruz. Etrafta bir iki adalı hariç kimse kalmamış. Biraz daha ilerlediğimizde Bir fayton duruyor yanımızda “Atlayın diyor zaten eve gidiyorum”. Bir de fayton sefası yapıyoruz. Otelimizin önüne geldiğimizde küçük bir ücret veriyoruz faytoncuya. Şaşırıyor,“Ben bunun için yapmamıştım ki!”. İyi niyeti için teşekkür edip otelimize giriyoruz, herkes mutlu.
Mutfak kısmında biraz vakit geçiriyoruz. Birer çay alıp oturmaya başlıyoruz. Yanımızdaki sandaleyede yavru kedilerden biri oturuyor. Biraz seviyoruz onu, o da hem sıcaktan hem de sevilmekten olsa gerek uyuklamaya başlıyor…
Sabah çok geç kalkmak istesek bile temiz havadan sanırım, 9.00 gibi kalkıyoruz. Kahvaltıya iniyoruz. Her şey taze çok temiz, Vural Bey kreplerimizi hazırlıyor. Diğer odalarda kalan kişilerle selamlaşıp biz de kocaman masaya tabaklarımızla oturuyoruz. Tıka basa doyduktan sonra çayını alan her kişi bahçede bir köşeye çekiliyor, kimisi salıncakta sallanıyor, kimisi teras sefası yapıyor.
Biraz daha ortamın tadını çıkarıp, odamıza gidiyoruz toparlanmaya. Eşyalarımızı hazırlayınca teşekkür ediyoruz tüm otel yöneticilerine ve ayrılıyoruz otelden.
Merkez yine kalabalık, bisikletliler yayalar. Hava güzel tabii, ada havası da başka birazcık daha dolaşıp biniyoruz gelen ilk motora. En yakın zamanda tekrar gelmek üzere veda ediyoruz Büyükada’ya, Naya’ya….